14 Temmuz 2010 Çarşamba

İNSANİYET...

Yapabileceğim en tehlikeli şeyi yaptım.
Kendimi düşündüm. Neyi ne için yaptığımı...
İnsanı düşündüm, dünyayı… Ve bu noktaya nasıl geldiğimizi.

Bomboş bedenlerimize giydirdiğimiz bu elbise ve doğduğumuz gün bize hediye edilmiş kafamızın içine soktuklarımız ne de bol geldi bize !?
İnsan diye adlandırdığımız bu yaratık. Yani biz... Her birimiz...
Olanı değil de olmasını istediğimiz şeyi görmeyi ne zaman seçtik?
Ne zaman çocuklarımızı çok sevdik, onları “ küçük birer biz ” yapmaya uğraşırken?
Onlara “sevgi” diye verdiğimiz şeyin, aslında sadece kendi kişisel tatminimizi sağlayan en sahtekârca sahiplenme ve hükmetme duygusundan başka bir şey olmadığını, ilk ne zaman görmezden gelmeye başladık?

"En doğrusu"nu nasıl biz bildik hep?
Bedensel ve zihinsel gelişmenin bedeli olarak neden ruhumuzu ve insanlığımızı verdik?
Ve bugün niye buradayız?
Tam bulunduğumuz bu yerde...
Tüketmenin ve tükenmenin tam ortası.
Sadece malı değil... Sevgiyi, saygıyı, nefsi, ruhu, insanlığı tüketmenin en yüksek noktası...
Uygarlık! ... Adı bu.
Kendi kıçını kurtarma sanatı...
Duygularını gizlemenin maharet sayıldığı, “ihanetin imparatorluğu”nu kurdu insan.
...Ve şimdi artık... Asıl ve ilk önce yıkılması gerekenin bu olduğunu görecek gözü bile bırakmadı arkasında.
...Ve şimdi artık... Çığrından çıkmış bu acımasız sistemin yerine konabilecek yeni bir şey olmadığı için, hala ayakta bu vahşiler. Ki büyütüp besledikleri canavar kendi etlerini de kopardığı halde.
     Yozlaşmış kültürleri, insanlık cahili çocukları, tatminsiz karıları, iktidarsız, erkeklikten uzaklaşmış, metro seksüel kocaları ve hatta cinsiyetsiz komşuları vasıtasıyla...
Çünkü hala; insanı kontrol edecek, yönetecek, kullanacak, acımasızca sömürüp yağını emerek posasından bile faydalanabilecek yeni bir sistem yok ortada.

"İnsan"ın kendisine yaptığı bu zulmü, hiçbir canlı bir başkasına yapmadı.


Bir dakika sonra boğazındaki son nefesini çekip alacağı ceylana ölümü tattırırken, onunla oynaşmasında bile bu kadar acımasız değildi Aslan kendisine.
Sadece ceylana çektirdi acıyı Azrail’in kılıcı iken.
Aslan... Eğlenir, doyar, güçlenir, gider... Yediği ceylan zarar veremez ona.


Zira içeriden organlarını kemirebilecek hiç bir canlıyı yemez hayvan...
Hiç bir suyu içmez...

İnsan ise; adına her “gelişme” ya da “uygarlık” dediği şeyin, dönüp dolaşıp kendi yaşantısına, kişiliğine, ahlakına vereceği zararı görebilmekten bile aciz bırakmıştır kendisini.
Bu sebeple... Hayvandan daha şuursuz, daha zavallı, daha savunmasızdır “kendisi” karşısında.
Zira aklını, mantığını geliştirirken; içgüdülerini de köreltmiştir aynı zamanda... Ki o zehirli suyu içer...
Kendi elleriyle boyadığı, güzel kokularla bezediği, tatlandırdığı o zehirli suyu..
Kendisi koyar bardağına... Ve içer...


....balayina isyan....

Hiç yorum yok: